Hukuk devleti ilkesi, bütün demokratik ve anayasal düzenler için en önemli ilkelerden bir tanesidir. Nitekim 1982 Anayasası da hukuk devleti ilkesini 2 inci maddede “cumhuriyetin nitelikleri” arasında saymıştır.[1] Bu kavram en kısa tanımıyla, devlet iktidarının işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olmasını ifade etmektir. Başka bir deyişle, hukuk devleti, devletin keyfiliğine karşı bireyin temel hak ve hürriyetlerini korumaya almaktadır.[2]
Bu çalışmanın birinci bölümünde, hukuk devletinin tarihsel gelişimi ve tanımının ne olup olmadığı üzerinde durarak, anayasal bir düzenin oluşmasındaki yeri incelemeye çalışılmıştır. Yine, bu bölümde, hukuk devleti ilkesinin pekişmesinde rol alan mekanizmaların ne olduğunun tespitinden hareketle, bu mekanizmaların hukuk devleti ilkesinin kuvvetlenmesinde nasıl bir rol aldıkları ele alınmıştır.
Bu çalışmanın ikinci bölümünde, ülkemizde hukuk devleti ilkesinin pekişmesine rol alan mekanizmalardan en önemlilerinden olan Anayasa Mahkemesinin muhtelif kararlarında hukuk devletinin gereklerini ne ölçüde yerine getirip getirmediği irdelenmiştir. Neticede, Anayasa Mahkemesinin soyut ve somut norm denetimi ile bireysel başvuru konularında hukuk devletinin mi yoksa dönemin siyasal konjonktürün mü etkisinde olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Hukuk, eşyanın tabiatından kaynaklanan kurallar olarak, Tanrı’dan kaynaklanabileceği gibi, insan aklından da kaynaklanabilir. Kaynağı ne olursa olsun yazılı olmayan bir hukuk olarak doğal hukuk, ahlak ile birlikte düşünüldüğünde yürürlükteki düzeni meşrulaştırmaktadır.[3] Hukuk devleti ise, devletin eylem ve işlemlerinin hukuka bağlı olmasını ifade eder. Ayrıca, hukuk devleti ilkesi, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini korumada önemli bir güvence teşkil etmektedir.[4] Başka bir deyişle, hukuk devleti, birey lehine devletin otoritesini sınırlayan, bireyin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına alan bir sistemi ortaya koymaya çalışır.[5] Yine, hukuk devleti, bireyin varlığını, onurunu ve haklarını devlete karşı koruma amacı taşır.[6] Bu amaç olmadıkça, salt hukuka uygunluğu denetleyecek bir devlet hukuk devleti değil, “kanun devleti” olarak nitelenir. Hukuk devleti ilkesi, bireyin temel hak ve hürriyetlerini korumaya alırken kanun devleti ise devletin otoritesini korumaya almaktadır.[7] Hukuk devleti, aynı zamanda kanunların yönetilenleri ve yönetenleri bağladığı bir devletin düzeni olarak ifade edilmektedir.[8] Hukukun üstünlüğü ise, tam anlamıyla demokratik bir toplumun doğal bir parçasıdır ve hukukun üstünlüğü tüm davalara, yasalara verasyonaliteye uygulanır. Hukukun üstünlüğü, iktidarın belirli sınırlar içinde kullanılmasını ve birey ile devlet arasındaki ilişkiyi de ele alır.[9] Yine bir yönetimin meşru olması için, hukukun üstünlüğüne, demokratik hesap verebilirliğe, usule uygun bir adalete dayanması gerekmektedir. Aynı zamanda, demokratik yasalar azınlıklara karşı baskıcı bir tutum sergilediğinde, hukukun üstünlüğünün herhangi bir şekilde somutlaştırılması ile çoğunluğun bu yasaları kendi lehine kullanması önlenebilir.[10] Dolayısıyla bu ilke, siyasal iktidarı sınırlandırmanın en önemli sacayaklarından birisi konumundadır.[11]
Hukuk devletinin amacı, güvenliği, eşitliği ve özgürlüğü birey ve toplum nezdinde temin etmektir. Kanunların üstündeki bir adalet ve hukuk anlayışı devletin varoluşunun temel meşruluk kaynağıdır. Çünkü hukukta “meşruluk” kavramı yönetilen tarafından bakıldığında bu siyasal düzenin meşru olması ile ölçülebilir. Başka bir ifadeyle, yönetilenler tarafından yönetene itaat etme düşüncesinin haklılığını ve doğruluğunu demokratik meşruluk oluşturur. Bu durum aynı zamanda eylemsel olarak yürürlükte bulunan bir hukuk normunun veya toplumsal bir olgunun kurama veya “olması gereken”e uygun olmasını da kapsamak zorundadır.[12]
Hukuk devleti ilkesi, yakın bir zamanda doktrindeki yerini almış olsa da, bir ide olarak hukuk felsefesinin ve devlet teorisinin ana konularından birisi olarak uzun bir geçmişe sahiptir. Diğer bir deyişle, hukuk devleti ile ilgili tartışmaları Antik Çağa kadar götürmek mümkündür.[13]
Hukuk devleti kavramı, hukuki bir ilke olarak kullanılmadan önce Eski Yunan’da “Polis Devleti”(Polizeistaat) kavramının karşıtı olarak da ifade edilmekteydi.[14] Ancak,Eski Yunan siyasi düşüncesine bakıldığında, devlet herhangi bir şekilde güç kullandığında bunu sınırlayacak bir mekanizmanın varlığından söz edilemezdi.[15]
19. yüzyıldan itibaren birey lehine devlet iktidarını sınırlayan yenilikler hukuk devleti ilkesinin pekişmesini sağladı. Esasında, yazılı anayasalarla birlikte devletin işlemlerinin hukuka uygunluk denetimine tabi tutulması, devlet iktidarını bölüştüren yasama, yürütme ve yargı erklerinin denge ve denetleme mekanizması ortaya çıkarması ile birlikte hukuk devletinin ortaya çıktığı söylenebilir.[16]
Hukuk devleti ile amaçlanan, bireyin temel hak ve hürriyetlerini iktidarın keyfiliğine karşı korumak olduğuna göre ve devlet iktidarının en çetin bir şekilde kendisini gösterdiği alan ceza yargılaması hukuku olduğuna göre, hukuk devletinin pekişmesi bakımından ceza yargılamasına bireyin lehine bazı ilkelerin konulması gerekmektedir. Dolayısıyla, sanığın masum olduğu, suç ve cezanın şahsi olması, yine suç ve cezanın belirli olması ilkelerinin doğrudan anayasada yer alması, bireyin temel hak ve hürriyetlerine bir güvence teşkil etmesi bakımından hukuk devleti ilkesinin pekiştiği söylenebilir.[17] Aşağıda, hukuk devleti ilkesini sağlamlaştıran anayasal mekanizmaları ele alacağız.
Hukuk devletinin tanımı, İngiliz hukuk sisteminde rule of law, Alman hukuk sisteminde Rechtsstaat, Fransız hukuk sisteminde état de droit, ABD hukuk sisteminde dueprocess of law kavramlarıyla açıklanmaktadır.[18] Burada hukuk devletinin tanımının coğrafyalara göre farklılık arz ettiğine göre, bu kavramın zorunlu olarak bazı unsurları ihtiva etmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır: Hukukun üstünlüğü ilesi, hukuki belirlilik, tarafsız bir yargı, insan haklarına saygı ve kanun önünde eşitlik.[19] Hukuk devleti ilkesi, devlet iktidarının tüm kurum ve kuruluşlarını bireyin temel hak ve hürriyetlerine karşı hukuka uygun davranmakla yükümlü tutan bir mekanizmayı resmettiğine göre, bu mekanizmanın iki yüzünün olduğu ifade edilmektedir: Devlet iktidarının hukukla sınırlanmasını içeren mekanizmalar ve bireyin temel hak ve hürriyetlerini devletin keyfiliğine karşı koruyan mekanizmalar. Bu mekanizmaların temel amacı devlet iktidarını bölüştüren erklerin hukuk kuralları içerisinde ve hiyerarşik bir düzende hareket etmelerini sağlamaktır.[20] Bu mekanizmaların varlığı ile hem dünyada hem de Türkiye’de hukuk devletinin tanımının daha somut bir hale geldiği ifade edilebilir. Bu mekanizmalar kısaca şu şekildedir:
Hukuk devletinin en temel gereği, yasama organının kanun yapma görevini icra ederken hukukla bağlı olması gerekmektedir. Bu durumun oluşmasında, hukuk kurallarının bir hiyerarşi yapı dâhilinde olması ve anayasa hükümlerinin de bu yapının içinde en üst sırada yer alması etkili olmaktadır.[21] Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesi bu hiyerarşinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ilke dar anlamda yasamanın çıkardığı kanunların anayasaya aykırı olamayacağını ifade ederken, geniş anlamda ise devlet iktidarını bölüştüren tüm erklerin faaliyetlerinde anayasa bağlı olmasını ve anayasada yer almayan bir yetkiyi kullanamayacaklarını ifade etmektedir.[22] Anayasanın üstünlüğü ilkesi bir yaptırım gücüne bağlı olarak anayasalarda yer almalıdır. Bu yaptırım gücü kanunların anayasaya uygunluğunun denetiminin bir yargı merciinin elinde olmasıdır. Aksi takdirde, bu ilkenin pratikte uygulanması zorlaşabilmektedir.[23] Hukuk devleti ilkesinin yer aldığı anayasalarda, hukukun üstünlüğünün uygulanıp uygulanmadığını gözetecek, iktidarı sınırlayacak, yasanın tutarlı, eşit, keyfi olmayan ve gerekçeli bir şekilde uygulanmasını gözetecek bağımsız bir anayasa yargısının varlığı gereklidir.[24] Başka bir deyişle, bu türden bir yargının amacı modern anayasacılığın üç temel özelliği ile açıklanabilir: iktidarın yetkilerini sınırlandırmak, hukukun üstünlüğüne bağlı kalmak ve temel hakların korunmasını sağlamak.[25] Yine denilebilir ki, hukuk devletinin şekli tanımından anlaşılacak olan hukukun üstünlüğü ilkesidir. Hukukun üstünlüğüne yer veren anayasalar genelde katı anayasalar olup, hukuki tasarrufların anayasaya uygunluğunu denetleyecek yargısal mekanizmayı da ihtiva ederler.[26]
Kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini ilk yazılı anayasa olan 1787 ABD Anayasasının yapım sürecinde bulmak mümkündür. Ancak bu anayasada kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bağımsız bir yargı organın varlığı hükme bağlanmamıştı.[27] Dolayısıyla, ilk olarak kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini 1803 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde John Marshall tarafından yazılan Marbury v. Madison[28] kararında görülmektedir.[29] Yüksek mahkeme başkanı Marshall, anayasaya aykırı olan kanunların mahkemelerce tatbik edilmeyeceği fikrini son derece kuvvetli delillerle tesis etmiştir.[30] Marshall’ın anayasanın kanunlardan üstün olduğunu ve yargıcın anayasaya aykırı kanunu ihmal etmesi yetkisinin olduğunu belirtmesi ve bunu kamuoyuna ilan etmesi, anayasa yargısı bakımından önemli bir gelişmedir. Modern anayasaların hemen hemen tümü Marshall’ın bu yorumundan etkilenmeleri nedeniyle yazılı ve katı anayasa şeklinde ortaya çıkmışlardır. [31]
Marshall’ın bu yorumu ile birlikte modern anayasalar, kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek, devlet kurum ve kuruluşlarının anayasaya uygun hareket etmesini sağlayacak bir kurum olan anayasa yargısını benimsemişlerdir.[32] 1924 Anayasasının 103. maddesi, katı bir anayasa olmanın da gereği olarak, şu şekilde düzenlenmiştir: “Anayasanın hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile savsanamaz ve işlerlikten alıkonamaz. Hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz”. Ancak bu hüküm pratikte pek bir ehemmiyete sahip değildi, çünkü bu hüküm aleyhine gerçekleştirilen bir aykırılık halinde bu aykırılığı inceleyecek herhangi bir kuruma yer verilmemişti.[33]Bununa birlikte, Turhan Feyzioğlu, 1924 Anayasası döneminde de, mahkemelerin defi yoluyla kanunların yargısal denetimini yapabileceğini ifade etmekteydi. Yine Feyzioğlu, “Bizce, mahkemelerimiz bakmakta oldukları bir davada Anayasaya aykırı bir kanunla karşılaştıkları takdirde, Anayasayı ihmal edip kanunu tatbik etmezler; kanunu bir tarafa bırakıp Anayasayı tatbik etmeleri gerekir.”[34] demektedir. Neticede, anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin uygulamada da önem arz etmesi için kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir kurum olarak Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasasında yargı başlığı altında düzenlenmiştir. Tüm dünyada anayasa yargısının yaygınlaşması ve anayasaya uygunluk denetim yetkisinin bu mahkemelere verilmesi ile birlikte tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hukuk devleti ilkesininpekiştiği söylenebilir. [35]
Hukuk devleti ilkesine dayanan anayasal bir düzende yasama organı gibi yürütme organının da işlemlerinin hukuka bağlı olması gerekmektedir. Böylelikle yürütmenin ortaya koyduğu işlem ve eylemler yargı denetime tabi olmaktadır.[36] 1982 Anayasasının 2 nci maddesinde demokratik bir hukuk devleti olduğu kurala bağlanmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal sisteminde yargı, yasama ve yürütmenin üstün gücünü “hukuk” ile sınırlamak ve hukuka aykırılıkları önlemek işlevini üstlenmiştir. Aynı zamanda, yasama ve yürütmenin işlemlerinin hukuka uygunlukları yargı tarafından onaylandığı oranda güvenirlik kazanırlar. Yargı denetimi demokratik hukuk devletinin temel bir ögesidir ve etkili bir denetime olanak tanıyan hukuksal araçların kullanıma açık tutulması ile güvence altına alınmıştır.[37] Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, etkili bir yargı denetimi ile hukukun üstünlüğü geçerli hale getirilebilir. 1961 Anayasasının ilk metninde, idari yargının denetim alanında herhangi bir sınırlama getirilmemiş iken, 1980 sonrasında, önce 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu, daha sonra 1982 Anayasası ile bu alanda önemli sınırlamalar getirilmiştir. İdari işlemlerin yürütmesini durdurulmasına ilişkin getirilen yeni kurallarla birlikle idari yargının görev ve denetim alanın kapsamı daralmıştır.[38] Özellikle, 1982 Anayasasının 125 inci maddesinin ilk fıkrası “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmüne yer vermiştir. Diğer taraftan Anayasam açık hükmü ile doğrudan yargının denetimindeki işlemlere şu istisnalar getirilmiştir: Cumhurbaşkanın tek başına yaptığı işlemler, Yüksek Askeri Şura kararları, Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararları, Sayıştay’ın kesin hükümleri.[39] Şunu ifade etmek gerekir ki, ülkemizde hukuk devletinin pekişmesine olumsuz yönde neden olan idari işlemlerin de yargı denetimi kapsamına alınması gerekmektedir.
Hukuk devletinde kamu gücü kullanarak yapılan her türlü eylem ve işlemin yargı denetimine tabi olması gerekmektedir. Yargısal denetimin pratikte bir önem kazanması ancak onun bağımsız olması ile mümkündür. [40] Yargı bağımsızlığı, en genel anlamıyla, hâkimlerin kararlarını verirken özgür olmalarını, hiçbir olumsuz baskı ve etki altında kalmadan mesleki faaliyetlerini yerine getirebilmelerini ifade etmektedir.[41] Yargı bağımsızlığını iç ve dış bağımsızlık, kurumsal ve bireysel bağımsızlık şeklinde ayırmak mümkündür. Dış bağımsızlık daha çok yargı organın diğer kurum ve kuruluşlara karşı bağımsız olmasını ifade eder. İç bağımsızlık ise, daha çok yargının kendi içindeki bağımsızlığını ifade etmektedir. Diğer bir deyişle, iç bağımsızlık yargıçların kendi meslektaşlarını etkilemeye çalışamaması, onlara emir ve talimatları ile telkinde bulunamaması demektir.[42] Venedik Komisyonu Raporuna göre, yargı içi bağımsızlık meselesi yargının dış bağımsızlık meselesine göre daha az konuşulması ya da ele alınması bu konunun daha az ehemmiyete sahip olduğunu göstermez. Nitekim hâkimler yalnızca hukuka tabi olmakla aslında iç bağımsızlıklarını korumalarına hizmet etmektedir.[43] Yine rapora göre, “dâhili yargı bağımsızlığı ilkesi, hâkimlerin adli hüküm tesis etme faaliyetinde bir başkasına tabi olmaları ile bağımsızlıklarının örtüşmeyeceği anlamına gelmektedir.”[44] Bireysel bağımsızlık ise, hâkimlerin vereceği kararlar dolayısıyla dıştan gelebilecek herhangi bir müdahaleye maruz kalmaması demektir. Kurumsal bağımsızlık ise, yargı organın topyekûn dıştan gelebilecek müdahalelere karşı korunması gerektiği anlamına gelmektedir.[45] Neticede, hukuk devleti ilkesinin pekişmesi için yargıçların her türlü bağımsızlığının sağlanması gerekmektedir. Yine Venedik Komisyonu Raporuna göre, “yargı bağımsızlığına ilişkin temel ilkeler Anayasalarda veya eşdeğer belgelerde düzenlenmelidir. Bu ilkeler arasında, yargının diğer devlet güçlerinden bağımsız olduğu, hâkimlerin yalnızca hukuka tabi olduğu, hâkimlerin yalnızca farklı görevleri nedeniyle birbirlerinden ayrıldıkları ve bunların yanı sıra tabii hâkim ilkesi ile hâkimlerin yerlerinin değiştirilememesi ilkeleri de yer almaktadır.”[46] Bu doğrultuda 1982 Anayasasının 138. maddesi, “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz ”hükmünü içermektedir.
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesi yasama ve yürütme organlarını bağladığı gibi yargı organını da bağlamaktadır. Nitekim 1982 Anayasasını 11 inci maddesinde ,“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” demektedir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere yargı organın ancak anayasanın kendisine verdiği yetkileri kullanabileceği ve içtihatlar yoluyla anayasada ve kanunlarda yer almayan bir yetkiyi içtihatlar yoluyla ortaya koyamayacağını bakımından önemlidir.[47] Zira ülkemizde özellikle anayasa mahkemesinin hukuka aykırı ve kendi yetkisini aşan kararlar verdiği ve bu durumun hukuk devleti ilkesini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir.[48] Neticede bir devlet düzeninde hukuk devletinden söz etmek için yargı bağımsızlığında da güvence altına alınması gerekmektedir. Bu bağımsızlığın uygulamada da sağlanması için gerçek bir kuvvetler ayrılığı sistemine ihtiyaç vardır.[49] Gerçek bir kuvvetler ayrılığının sağlanması halinde hukuk devletini pekişmesinde önemli bir role sahip yargının bağımsızlığı sağlanmış olacaktır.
Devletin tarafsızlığı temel olarak, devletin herhangi bir ideolojik görüşü benimsememesidir. Bu ilke, hukuk devletinin kendi içinde saklı olduğu diğer bir önemli ilkesidir.[50] Hukuk önünde eşitlik de devletin tarafsızlığı ilkesi ile bağlantılıdır. Eşitlik ilkesi 1982 Anayasasının 10. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.” Eşitlik ilkesi, bireyler açısından bir temel hak, devlet organları bakımından da uyulması gereken bir ilke olarak görülmesi gerekmektedir. Zamanla eşitlik ilkesinin kapsamı pozitif ayrımcılık kuralı ile genişlemiştir. Nitekim Anayasamızda yer alan eşitlik ilkesi, mutlak bir eşitlik olmayıp “haklı”, “makul ve adil” durumlarının olması halinde farklı uygulamaları kendi içinde barındıran bir ilke olma özelliği taşımaktadır.[51]
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi hukuk devleti devlet iktidarının keyfiliğine karşı bireyi korumak için bazı ilkeleri içermek durumundadır. Devlet iktidarının en fazla etkin olduğu ceza yargılamasında bireyi koruyacak birtakım ilkelerin yer alması gerekmektedir. Sanığım masum olduğu karinesi, yargılamasız ceza olmaz ilkesi ve tabi hâkim ilkesi ile birlikte hukuk devletinin gerektiği mekanizmaya kavuşmuştur.[52]
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, hukuk devletinin amacı, bireyin temel hak ve hürriyetlerini devlet iktidarının keyfiliğine karşı korumaktır. Bu amaç olmadığı müddetçe, devletin sadece hukukla sınırlanması olsa olsa onu kanun devleti yapacaktır.[53] Bu ilke ile devlet, kendi kendisini sınırlayarak, bireyin temel hak ve hürriyetine dokunmamayı ve onları korumayı taahhüt etmektedir. Bir devlet düzenin, insan haklarına dayanan bir hukuk devleti olarak ifade edilmesi için, bireylere birtakım özgürlükler tanımayı ve bunu anayasal güvencelerle teminat altına alması gerekmektedir. Yine yasamanın da bu hakları somutlaştırırken anayasaya uygun davranması gerekmektedir. Yine, anayasanın üstünlüğü ilkesinin bir gereği olarak, bu hakların yasama tarafından ihlal edilmesi durumunda, bu hakların anayasal bir organ olan anayasa yargısı ile güvence altına alınması gerekmektedir. Bu da etkin bir yargı denetiminin işlerliğini gerekmektedir.
Yukarıda aktardığımız hukuk devleti mekanizmaların yanı sıra bu mekanizmaları güçlendirmek önemli bir konu teşkil etmektedir.
Anayasa şikâyeti yolu muhtelif ülkelerin anayasalarında yer almaktadır.[54] Örneğin Alman Anayasa Mahkemesi Kanuna göre, herkes temel hak ve hürriyetlerinden herhangi birinin kamu otoritesi tarafından ihlal edildiği bahsiyle Anayasa Mahkemesine şikâyet yoluyla başvurabilmektedir. Yine 1948 tarihli Avusturya Anayasasına göre, kişiler, hakları ihlal edildiği bahsiyle Anayasa Mahkemesine başvurabilmektedirler. Gerçekten de, ülkemizde birey hak ve hürriyetleri alanında bir yasama işlemiyle ya da idari bir işlemle herhangi bir ihlalin olması durumunda idari yargı veya anayasa yargısı bir şekilde bu ihlalin var olup olmadığını denetleyebilmektedir.[55] Ancak, bu uygulamanın hayata geçirilmesi ile birlikte kişi temel hak ve hürriyetlerinin daha iyi korunabileceği söylenebilir. Ülkemizde somut norm denetiminin dışında, özellikle soyut norm denetimi yoluyla sadece belirli kişilerin Anayasa Mahkemesine başvurması, bireylerin bu gibi konularda Anaysa Mahkemesine şikâyet yoluyla gidememesi, anayasa yargısının etkinliğini azaltmaktadır. Anayasaya konulacak hükümlerle birlikte bireyler birtakım konularda Anayasa Mahkemesine şikâyet yoluyla başvurarak temel hak ve hürriyetleri hakkında daha sağlam bir mekanizmanın kurulmasını sağlayabilirler.[56]
İdarenin hukuk devleti ilkesine olan bağlılığı yargısal denetimle olabileceği gibi, idarenin kendisinde kuracağı kurumlar eliyle de olabilmektedir. Avrupa’nın neredeyse tamamında yaygınlaşan “Ombudsman” ya da kamu denetçiliği kurumu idarenin işlemlerinin hukuk devletine uygunluğunu denetlemede önemli bir görevi üstlenmektedir. Kamu denetçiliği, idarenin herhangi bir işleminden zarar gören vatandaşın şikâyetini incelediği gibi, idarenin hak ihlalleri konusunda gerekli raporları hazırlayarak kamuoyunu dikkatini bu alana çekmektir. 1982 Anayasasında 2010 değişikliği ile kabul edilen bu kurum, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını incelemek ve bu konularda idareye önerilerde bulunabilmektedir.[57] Kamu denetçiliğinin kurulma amacı her ne kadar idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu sağlamak olsa da, bu amacın ne kadarının gerçekleştiği konusunda önemli tartışmalar bulunmaktadır. Mesela, Serap Yazıcı’ya göre, “Türkiye’de hukuka uygun bir idare mekanizmasının yaratılmasında atılması gereken asıl adım, idari yargının işleyişine etkinlik kazandıracak bir yargı reformumun kabul edilmesi olmalıdır.”[58]
Anayasa Mahkemesinin, hukuk devleti ilkesini pekiştirmesi ve temel hak ve özgürlükleri koruma işlevini yerine getirmesi için, Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerin Devlet tarafından ihlal edilmesi durumunda, hak ve özgürlükleri bu ihlallere karşı koruyabilmelidir.[59] Bu durum, daha çok Anayasada yer alan yetkileri ile ilgilidir. 1982 Anayasasının, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 148. maddesi şu düzenlemeyi öngörmüştür:
Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler(Ek İbare: 7.5.2010 5982/18) ve bireysel başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.
Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.
Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla
yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları
ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun
yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı
iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez.
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını,(Ek İbare: 7.5.2010 5982/18)-Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanını-, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve
üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan
dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma
Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda
yargılanırlar.
Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet
Başsavcıvekili yapar.
(Değişik Fıkra: 7.5.2010 5982/18) Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme
başvurusu yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği
kararlar kesindir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.
Bireysel başvuruya ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin maddesinin gerekçesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Türkiye aleyhine her yıl binlerce başvuru yapılması gerekçe olarak gösterilmiştir. Bu anayasa değişikliğinde amaçlanan durum, bu başvuruların iç hukuk yollarıyla çözüme kavuşturup AİHM’ye yapılacak başvuruları azaltmaktır. [60]
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında 6216 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını öngörmüştür. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru usulü, aynı adlı kanunun 45 ile 51. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Aynı kanunun 45. maddesi aşağıdaki hükmü öngörmektedir:
Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.
Anayasa Mahkemesi, iptal davası, itiraz yolu, siyasi parti kapatma davası, dokunulmazlığın kaldırılmasının iptali ve yüce divan yargılaması yetkisine sahip olmasının yanında 2010 Anayasa değişikliği ile birlikte bireysel başvuru yolu da bu yetkiye eklenmiştir. Aşağıda, Anayasa Mahkemesinin iptal ve itiraz ile bireysel başvuru davalarında verdiği kararları üzerinden hukuk devleti ilkesinin gereklerine ne ölçüde bağlı olduğu araştırılacaktır.
Gerek 1961 gerek 1982 Anayasasında soyut norm denetimi “iptal davası” olarak nitelendirilmiştir. İptal davası, Anayasada tahdidi olarak sayılan kurumlar eliyle somut bir dava olmaksızın, Anayasaya aykırılık bahsiyle soyut olarak gerçekleşen bir dava yoludur.Bu dava yolu sadece kanunlar ve Anayasa değişikliklerin anayasaya aykırı olduğu ve iptali istenen durumlar için geçerlidir. Anayasa değişiklikleri sadece şekil yönünden iptali istenebilmekle birlikte kanunların anayasaya aykırılığının iptali hem şekil hem de esas yönünden istenebilmektedir. [61]
1961 Anayasası’nın ilk metninde, Anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi olup olmayacağı konusunda bir hüküm yer almamaktaydı.[62] 1961 Anayasası’nda Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 147. maddesinde “Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzük’ünün Anayasaya uygunluğunu denetler” hükmüne yer verilmekteydi. Yine 22.4.1962 tarih ve 44 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da da kanunların ve meclis içtüzüklerinin Anayasa’ya uygunluğunun denetleneceği hükmü yer almaktaydı. Ayrıca, bu konuda Anayasa’ya uygunluğunun denetimi yapılırken şekil ya da esas açısından bir ayrımın yapılması hususunda herhangi bir hükme yer verilmemişti.[63] Ancak, Anayasa Mahkemesi bu konuda yargısal denetim konusunda şekil ve esas açısından bir ayrıma gitmenin yanında, Anayasa değişikliklerinin de birer kanun olduğu yorumundan hareket ederek Anayasa değişikliklerinin de hem şekil hem de esas açısından denetimini yapma konusunda kendisini yetkili bulmuştur.[64] Mahkeme Anayasa değişikliklerinin yargısal denetimini yapma hususunda verdiği ilk kararında hem Anayasa değişikliklerinin yargısal denetimini yapabilme anlamında kendini yetkili olarak görmüş hem de yukarıda yer verildiği üzere kanunların Anayasa’ya uygunluğu kapsamında daha önce yaptığı şekil denetimi ve esas denetimi yorumuna da devam etmiştir. Mahkeme; “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 68. maddesinin değiştirilmesi ve 11. geçici maddesinin kaldırılması hakkındaki 6/11/1969 günlü ve 1188 sayılı Kanun’un, Anayasa’nın 156. maddesi delaletiyle Anayasa metnine dâhil bulunan başlangıç kısmındaki temel görüş ve ilkelerle 8. ve 155. maddelerine aykırı olduğu iddiasıyla” açılan davada verdiği kararında: “…1961 Anayasası’nda yapılacak değişikliklerin, Anayasa’nın 155. maddesinde yer alan usul ve şartlara uyulmak suretiyle çıkarılacak kanunlarla mümkün olabileceği ortadadır. Nitekim söz konusu 1188 sayılı metnin adı da, başlığında açıkça görüleceği üzere, (kanun)dur. Esasen 155. maddede Anayasa değişikliklerinin, bazı kayıt ve şartlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere uyulmak suretiyle Meclislerden geçirileceği ilkesi konulmak suretiyle bunların “kanun” nitelikleri de ayrıca belirtilmiş bulunmaktadır. Anayasa’da değişikliği öngören bir kanunun, böyle bir etkiye gerçekten sahip olabilmesi, yani mevcut bir Anayasa ilkesini değiştirebilmesi, kaldırabilmesi veya yeni bir Anayasa ilkesi koyabilmesi için, o kanunun Anayasa’nın 155. maddesinde yer alan hükümlere uygun olarak teklif edilmiş olması ve yasama meclislerinde de yine aynı hükümlere uygun biçimde görüşülüp kabul edilmiş bulunması gerektiğinde kuşku yoktur. Bu ilkelere uygun olmayarak yürürlüğe konulan bir metnin, Anayasa’nın mevcut hükümleri üzerinde herhangi bir etki yapması söz konusu olamayacağı gibi yeni konulan bir hüküm de Anayasa kuralı niteliğinde ve gücünde sayılamaz. Şu halde Anayasa değişikliğini öngören kanunların da teklif ve kabullerinde 155. maddedeki usul ve şartlara uyulmuş bulunulup bulunulmadığı açısından, Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi tutulmaları zorunludur.” [65] ifadelerine yer vererek Anayasa değişikliklerinin şekil kurallarına uygunluğu konusunda da denetim yapacağına hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi üyelerinden Fazlı Uluocak karara yazdığı muhalefet şerhinde, “Anayasa Mahkemesi’nin görevi kanunların ve yasama meclisleri içtüzüklerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir. Anayasanın değiştirilmesi teklifi ve bu teklifin meclislerce kabulü Anayasada gösterilen usul ve şartlara tabidir. Buna göre yapılıp Anayasa metnine giren bir hüküm iptali hakkındaki davaların, görülmesi Anayasa Mahkemesinin görevi dışında olduğu kanısındayım” görüşüne yer vererek Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişikliklerini hiçbir açıdan (şekil ya da esas) denetleyemeyeceğini çünkü buna yetkisinin olmadığını belirtmiştir.[66]
Esas açısından denetim ise, kanunun veya Anayasa’da sayılan diğer normların içeriğinin Anayasa hükümleri ile çatışıp çatışmadığının denetlenmesi anlamına gelir. Başka bir ifadeyle, esas bakımından Anayasa’ya uygunluk, Anayasada sayılan normun hükmünün, maddi hukuk açısından, Anayasa hükümlerine aykırı olmaması anlamına gelmektedir.[67] 1961 Anayasasının 147. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri belirtilirken, yapılacak denetimin türünden söz edilmemiştir. Fakat Mahkeme, 1965 yılında verdiği bir kararında:[68] “Anayasanın, değiştirilme şekli ve şartları 155 inci maddesinde gösterilmiştir. Oradaki usullere uyularak, Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm hariç olmak üzere, Anayasa hükümlerinin değiştirilebileceğinden şüphe edilemez. Ancak Anayasa’nın bu maddesinde (değiştirilme) den söz edilmesi sebepsiz değildir. Bu maddeyi hazırlayan Kurucu Meclisin ve Anayasayı kabul ve (hürriyete, adalete, fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğine emanet) etmiş bulunan Türk Milletinin Anayasa’nın ve niteliklerini belirttiği hukuk devletinin temelinden kaldırılması ile onun tam zıddı rejimlerin getirilmesini öngörmüş bulunduğu düşünülemez. 155 inci maddenin, Türk toplumunu daha ileri uygarlık düzeyine çıkarmak için, Anayasa’nın ruhuna uygun değişmelere imkan sağlamak maksadıyla kabul edilmiş olduğu söz götürmez bir gerçektir. Ancak Türk toplumunu geriletici, temel hak ve hürriyetleri, hukuk devleti ilkesini yok edici, bir kelime ile 1961 Anayasa’sının özünü ortadan kaldırıcı ve bu niteliği ile (değişiklik) olarak kabul edilmesi caiz olmayan ve Anayasa’nın devredilmesini öngören maksatların, sözü geçen 155 inci maddenin gölgesinde gerçekleştirilebilmelerini düşünmek mümkün değildir” ifadelerine yer vererek, bir Anayasa değişikliğinin hukuken geçerli olabilmesi için yalnızca değiştirme usulüne uyularak yapılmasının yeterli olmadığını; bu değişikliğin aynı zamanda “Anayasa’nın ruhuna uygun” bulunması, “Anayasa’nın özünü ortadan kaldırıcı” nitelikte olmaması gerektiğine de işaret etmiş ve böylece esas bakımından da denetim yaptığını vurgulamıştır. Daha sonraki kararlarında Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerinin esas denetimi için kullandığı bu ölçütleri ortaya koymaya çalışmıştır. Yine, Anayasa Mahkemesi başka bir kararında; “1961 Anayasası, 9. maddesi ile bir değişmezlik ilkesi koymuştur. Bu maddeye göre (Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez). Buradaki değişmezlik ilkesinin sadece (Cumhuriyet) sözcüğünü hedef almadığını söylemek bile fazladır. Yani Anayasa’da (Cumhuriyet) sözcüğünün değişmezliğini kabul ederek onun dışındaki bütün ilke ve kuralların değişebileceğini düşünmenin Anayasa’nın bu ilkesi ile bağdaştırılması mümkün değildir. Zira 9. maddedeki değişmezlik ilkesinin amacının, Anayasa’nın 1., 2. maddelerinde ve 2. maddenin gönderme yaptığı başlangıç bölümünde yer alan temel ilkelerle niteliği belirtilmiş, “Cumhuriyet” sözcüğü ile ifade edilen Devlet sistemidir. Bir başka deyimle, 9. madde ile değişmezlik ilkesine bağlanan “Cumhuriyet” sözcüğü değil, yukarıda gösterilen Anayasa maddelerinde nitelikleri belirtilmiş olan Cumhuriyet rejimidir. Şu halde, sadece “Cumhuriyet” sözcüğünü saklı tutup, bütün bu nitelikleri, hangi istikamette olursa olsun, tamamen veya kısmen değiştirme veya kaldırmak suretiyle 1961 Anayasasının ilkeleriyle bağdaşması mümkün olmayan bir başka rejimi meydana getirecek bir Anayasa değişikliğinin teklif ve kabul edilmesinin Anayasa’ya aykırı düşeceğinin, tartışmayı gerektirmeyecek derecede açık olduğu ortadadır. … Görülüyor ki Anayasa değişikliğini öngören kanunlar üzerinde, Anayasanın 147. maddesi gereğince, Anayasa Mahkemesine esas yönünden de denetim görevi düştüğü meydandadır. Bu nedenlerle söz konusu kanun, gerek biçim, gerekse esas yönünden Anayasa Mahkemesince denetlenebilmelidir.”[69] ifadelerine yer vermiştir. Bu kararla da Mahkeme artık Anayasa değişikliklerinin denetimi için Anayasa’nın 1. ve 2. maddeleriyle, 2. maddenin yollama yaptığı “Başlangıç” kısmındaki ilkeleri dikkate aldığını ortaya koymuştur.[70] Bu karardan da görüleceği üzere, Anayasa Mahkemesi kendisini Anayasa değişikliklerinin anayasal düzenin bütünlüğünü bozup bozmadığını denetlemeye yetkili bulmaktadır.[71] Anayasa Mahkemesi’nin belirtilen bu kararlarında vardığı yorum tarzı doktrinde tartışmalara neden olmuştur. Ergun Özbudun, 1961 Anayasası, değişmezlik ilkesini sadece, “devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü” ile sınırlandırmıştır. “Anayasa koyucu, değiştirme yasağının kapsamı içinde Cumhuriyetin niteliklerini de almak istemiş olsaydı, bunu açıkça belirtirdi. Bu yapılmadığına göre, değiştirme yasağının kapsamının, Anayasa Mahkemesi tarafından yorum yoluyla genişletilmesi mümkün değildir”[72] gerekçesiyle eleştirmiştir. Gerçekten de Mahkeme, Anayasada düzenlenmediği halde hukuk devleti ilkesine aykırı olarak kendi yetkisini genişletme eğilimine girmiş ve anayasa değişikliklerini esas bakımından dahi denetlemeye çalışmıştır.
Tüm bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere Mahkeme zaman zaman kendi yetkisinin dışına çıkarak bu türden kararlar verebilmektedir. Yukarıda da ele aldığımız gibi hukuk devleti ilkesini pekiştiren önemli unsurlardan bir tanesi de yargının karar verirken kendini hukukla bağlı görmesidir. Bunun aksine Mahkeme, hukuka aykırı ve kendi yetkisini aşan bu türden kararlar vererek hukuk devleti ilkesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında da Anayasadaki yetkilerini dar yorumlayabilmektedir. Mahkeme, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun(HSYK) yapı ve işleyişine ilişkin 15.02.2014 tarihli ve 6524 sayılı kanunun birçok hükmünü iptal etmiş olsa da, iptal etmediği hükümler bakımında tartışmalar bulunmaktadır.[73] Bu kanun mevcut iktidarın isteği doğrultusunda, bu kurumun yapısında iktidar lehine birçok radikal değişikliği içermekteydi. Yine Kanun 2010 Anayasa değişikliği sonrası çıkarılan 6087 sayılı kanun tarafından HSYK Genel Kuruluna verilen birçok yetkiyi kurulun başkası sıfatı ile Adalet Bakanına devretmekteydi. Yine aynı kanunun 39. maddesi kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibari ile kurulda görev yapan Genel Sekreter, Teftiş Kurulu Başkanı, tetkik hâkimleri ile diğer idari personellerin görev sürelerinin sonra ereceğini ifade etmekteydi. Yine, Adalet Bakanı seçilmiş üyelerin dışındaki tüm üyeleri isteği doğrultusunda belirleyebilme yetkisine sahip olmaktaydı. Mahkeme, Adalet Bakanına verilen bu yetkileri Anayasanın 159. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmekle birlikte Adalet Akademisindeki tüm idari personellerin görevine son verilmesi Anayasasının 128. maddesindeki “kamu görevlisi teminatı” ve hukuk devletine ilkelerine açıkça aykırı olmasına rağmen bu hükmü iptal etmemiştir. Yine, aynı kanuna eklenen geçici 12. maddeye göre HSYK Genel Kurulunda yer alan üyelerin 4 yıllık süreleri dolmadan görevlerine son verilmiştir. Bu durum açıkça yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatına aykırı olmasına rağmen Mahkeme bu hükmü de iptal etmemiştir. [74]
Yine Mahkeme başka bir kararında daha önce verdiği kararların aksine, olağanüstü kanun hükmünde kararnamelerin denetiminin kendi yetkisi dışında olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme 1982 Anayasanın 148/1 maddesindeki şu hükme dayanmaktadır: “ Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.” Anayasa Mahkemesi bu tarihten önceki içtihatlarında zaman ve yer bakımından olağanüstü kanun hükmünde kararnamelerde herhangi bir aşım olduğu takdirde bu kararnameleri denetlemeyi kendinde görmekteydi.[75] Nitekim Anayasa Mahkemesi, 1990’lı yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde uygulanan OHAL döneminde çıkarılmış olan bazı KHK hükümlerini, OHAL KHK’leri için Anayasada konulan ilke ve kurallara aykırı bulmuş ve bu KHK hükümlerini olağan kanun hükmünde hükümleri olarak niteleyerek, Anayasanın 91 inci maddesinde öngörülen bir yetki yasasına dayanmadığı ve bu nedenle anılan maddeye aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiştir.[76]
Ana muhalefet partisi olan CHP’nin Eylül 2016’da 667 sayılı Ohal KHK’sının kalıcı hükümler içermesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi önüne götürmüştür. CHP “Olağanüstü hâl KHK’ları ile yapılması öngörülen işlemlerin “tedbir” niteliğinde olması gerektiği, tedbirin, mahiyeti gereği geçici bir nitelik taşıdığı, ilan edilen olağanüstü hâlin sebep ve amacı, darbe girişimi nedeniyle bozulan kamu düzeninin etkili ve süratli biçimde yeniden tesisi iken dava konusu kuralların bu amacın ötesine geçerek bazı kurum ve kuruluşların teşkilatlanmasıyla ilgili düzenlemeler öngördüğü, olağan kanunlarda olağanüstü hâl sona erdikten sonra da yürürlükte kalmaya devam edecek değişiklikler yaptığı, bu nedenle dava konusu kuralların; olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda çıkarılmış KHK olarak nitelendirilemeyecekleri ve yargı denetimine tabi oldukları belirtilerek anılan kuralların adil olması gereken hukuk düzenini zedelemeleri sebebiyle Anayasa’nın 2. maddesine; yasama organının sahip olduğu yasama yetkisinin yürütme organı tarafından kullanılmasına yol açtığından, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yer verildiği Anayasa’nın Başlangıç kısmına; yürütme organının, kaynağını Anayasa’dan almayan bir yasama yetkisi kullanarak dava konusu kuralları ihdas etmesi ve bu suretle yasama yetkisinin devredilmesi nedeniyle Anayasa’nın 6., 7. ve 8. maddelerine; Anayasa’ya aykırı bir düzenleme yapılmış olması sebebiyle Anayasa’nın bağlayıcılığını ve üstünlüğünü düzenleyen Anayasa’nın 11. maddesine ve olağanüstü hâlin gerekli kılmadığı bir konuda olağanüstü hâl KHK’sı çıkarılmış olması nedeniyle Anayasa’nın 121. maddesine aykırı oldukları ileri sürülmüştür.”[77] Mahkeme ise, geçmişteki içtihatlarının aksine “Anayasa’nın 121. maddesi uyarınca çıkarılan dava konusu KHK hükümlerinin, Anayasa’nın 148. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “… olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.” hükmü karşısında, esasa geçilerek yargısal denetiminin yapılması mümkün değildir” gerekçesi ile başvuruyu ret etmiştir.[78] Söz konusu Ohal KHK’ları eğer bir kanunu değiştiriyor ya da tamamlayıcı bir görev üstleniyorsa, başka bir yasama tasarrufu görülerek alelade kanunlar gibi Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmelidir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin de bir sonucudur.[79] Bu karardan anlaşılacağı üzere, soyut norm davalarında Mahkeme, bazı durumlarda kendi yetkilerini genişletme eğiliminde iken bazı durumlarda ise kendi yetkisini daraltma eğilimine girmektedir. Ancak hukuk devleti ilkesini pekiştirmede önemli bir yere sahip olan anayasa yargısının kararlarını verirken hukuk devletine ve yerleşik demokratik hayata uygun, konjonktürün üstünde kendi yetkisi dâhilinde kararlar vermesi gerekmektedir. Bu bahisle, Mahkemenin karar verirken, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin de bir sonucu olarak kendini Anayasaya bağlı olarak görmeli ve yetkisi dâhilinde kararlar verebilmelidir. Aksi takdirde Anayasa Mahkemesinin hukukla bağlı olmadığı ve kararlarında hukuk devleti ilkesini gözetmediği bir düzende hukuk devletinden söz edilemez.
Somut norm denetimi ise, davanın görüldüğü bir mahkemede bu davaya uygulanacak hukuk normunun Anayasaya uygun olup olmadığına göre yapılan denetimi içermektedir. Bu denetim itiraz ya da defi yoluyla olarak adlandırılmaktadır.[80] Somut norm denetiminin şartlarından birisi Anayasanın 152. maddesi anlamında “görülmekte olan bir dava”nın varlığıdır. Görülmekten maksat, esas, görev veya yetki yönlerinden ya da yargılama yöntemine ilişkin bir nedenle hakkında son karar verilerek, mahkemece el çekilmemiş olmasıdır. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi, konunun kendi önüne getirilişinden itibaren herhangi bir sebeple davanın sonuçlanmasını anayasaya aykırılığın incelememesine engel görmemektedir.[81] Aynı şekilde Mahkeme feragat, af, davanın kabulü gibi nedenlerle davanın sonradan ortadan kalktığı durumlarda Anayasa Mahkemesi incelemeyi sürdürmektedir.[82] Mahkeme “bakılmakta olan dava” konusunda genişletici bir yorumda bulunarak kendi yetkisi dışına çıkmaktadır. Diğer taraftan “davaya bakmakta olan mahkeme”nin görev konusunda ise daraltıcı bir yorum tarzı geliştirmiştir.[83] Nitekim Mahkemeye göre önüne gelen bir uyuşmazlıkta itiraz eden mahkemenin söz konusu uyuşmazlığı çözmeye görevli olması gerekmektedir.[84] Bu durum çeşitli eleştirilere neden olmuştur. Nitekim yargı sistemimizde bir mahkemenin görevli olduğunu araştırmak uyuşmazlık mahkemesinin görevidir. Mahkeme itirazın davaya bakmakta olan mahkeme tarafından yapılıp yapılmadığını araştırmakla yetinmek yerine o mahkemenin gerçekte görevli olmadığını tespit edip sırf bu sebeple itirazı ret etmesi hukuk devletine aykırıdır. Gerçekten de, Anayasa Mahkemesine yapılan itirazların amacı Anayasaya aykırı hükümlerin ayıklanarak iptal edilmesidir.
Yine Mahkeme, asker kişi sayılan sivil memurlarla ilgili Ankara 11’inci İdare Mahkemesinin yapmış olduğu bir itirazda da, yukarıdaki kararlarına paralel bir karar vermiştir. Davanın görüleceği merciin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğunu, bu nedenle yöntemine göre açılmış bir davanın bulunmadığını, kuralın uygulanması sonucu görevsizlik kararı verilecek olmasının da durumu değiştirmeyeceğine hükmetmiştir[85]. Anayasa Mahkemesinin yakın zamanlı içtihatları da dikkate alındığında, Yüksek Mahkemenin bu konuda artık müstakar bir uygulama içine girdiği söylenebilir.[86]
Ergun Özbudun, bütün bu durumlarda Anayasa Mahkemesinin, bakılmakta olan dava şartını genişletici şekilde yorumladığını ve bu şartın, sadece başlangıçta aranması gerektiğini, konunun Mahkemeye intikalinden sonra bunun devamının şart olmadığını belirtmiştir[87] Ancak Mahkemeni bu konudaki içtihatları incelendiğinde, konuyu genişletici bir yorumla ele almaktadır.[88]
Mahkeme başka bir kararında[89] da kendi yetkileri hakkında dar yorumda bulunma yoluna gitmiştir. 6545 sayılı kanunun 46 ve 47. maddeleri ile sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve aynı kanunun 48. maddesi ile “yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimlikleri kurulmuştur.” “Yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararlar” ibaresi, yakalama, gözaltı, tutuklama, salıverme, arama, el koyma, taşınmaz hak ve alacaklara el konulması gibi birey temel hak ve hürriyetlerine yönelik ciddi adımları düzenlemektedir. Yine sulh ceza hâkimliğince verilen kararlara karşı bir üst mahkemeye gidilmesi yerine, başka bir sulh ceza hâkimliği tarafından karara bağlanması öngörülmekteydi. Yine aynı kanun sulh ceza hâkimliklerinin çok sınırlı olmasını öngörmekteydi. Mahkeme, Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından açılan mücerret davada sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasının Anayasanın 2, 19, 36, 37 ci maddelerinde belirtilen “hukuk devleti ilkesi”, “kişi hürriyeti ve güvenliği ilkesi”, “tabii hâkim ilkesi”, “adil yargılanma hakkı” gibi ilkelere aykırı olduğu 6545 sayılı Yasanın 48. maddesinin iptali istenmektedir.[90] Anayasa Mahkemesi, özetle, sulh ceza hâkimlerinin HSYK tarafından asliye mahkemeleri hâkimleriyle aynı şekilde atandığını, soruşturma evresinde uzmanlaşmış hâkimliklerin kurulması, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırılık teşkil etmediğini, sulh ceza hâkimliklerinin tüm cezai soruşturma davaları için geçerli olduğunu, bu durumu tabii hâkim ilkesine aykırı olmadığını ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca kanun koyucuların, sulh ceza hâkimlerinin kararlarına itiraz sistemini belirleme takdiri olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme, sulh ceza hâkimliklerinin görevlerini genel hukuk normlarına dayanarak icra ettiklerine ve sulh ceza hâkimlerinin sistem gereği önyargılı olduklarını iddia etmenin mümkün olamayacağına karar kılmıştır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, bu konuyla ilgili birçok bireysel başvuruyu da kabul edilemez bulmuştur.[91]
Mahkemenin bu görüşünün aksine Kemal Gözler, sulh ceza hâkimliklerinin tabii hâkim ilkesine ve hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunu güçlü ifadelerle sunmaktadır. Yazara göre, örneğin İstanbul Adliyesinde söz konusu kanun bakımından 38 sulh ceza hâkimliği kaldırarak yerine sadece 6 sulh ceza hâkimliği ihdas edilmiştir. İstanbul adliyesinde herhangi bir tutukluluğu istemi 36 hâkimin önüne çıkarılıp bu karar 55 asliye ceza mahkemesinde karara bağlanırken şimdi ise tutukluluk kararına itiraz edilmesi halinde diğer 5 sulh ceza hâkimliği karara bağlanacaktır.[92] Dolayısıyla bir sulh ceza hâkiminin kararlarını başka bir sulh ceza hâkimine temyize götürmek, ne hukukun üstünlüğüyle ne de adil yargılanma hakkıyla çelişmektedir. Yine, sulh ceza hâkimi arasındaki yatay itiraz sistemi içtihadın birleştirilmesine mani teşkil etmekte ve hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.[93]
Anayasa Mahkemesinin yerleşik hukuk devleti tanımına göre; “hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir”.[94] Bu doğrultuda, bireysel başvuru yolu somut vakalar bakımından hukuk devleti ilkesini pekiştiren, bireyin hak ve hürriyetlerini koruyup güçlendiren bir müessese olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurulara ilişkin ihlalleri incelerken 1982 Anayasasının 13. maddesindeki koruyucu ölçütleri uygulanmaktadır. Mahkeme, bu ölçütleri nasıl uyguladığını bir kararında şu şekilde ifade etmiştir: “Belirtilen nitelikleri gereği, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, “temel hak ve hürriyetlerin özü”, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramları, bir bütünün parçaları olup, “demokratik bir hukuk devleti”nin özgürlükler rejiminde gözetilmesi gereken temel ölçütleri oluşturmaktadır”.[95]Aşağıda inceleyeceğimiz hukuk devletinin bir unsuru olan adil yargılanma hakkının ihlali ile ilgili bireysel başvuru davalarında görüleceği üzere, Mahkemenin “temel hak ve hürriyetlerin muhafızlığını” yaptığı izlenimi güçlenmiş durumundadır. Anayasa Mahkemesi, giderek artan bir iş yükü ile karşılaşmakla birlikte, anayasallık denetimi işlevinin yanına temel hak ve özgürlüklerin korunması işlevini de yüklenerek oldukça değerli bir görev ifa etmektedir. Mahkeme, konjonktüre göre karar verdiği imajından kendini kurtarmak için geçmişte verdiği kararların aksine kararlar vermektedir. Gerçekten de bireysel başvuru usulü kabul edildiği zaman mahkemenin soyut ve somut norm denetiminde yetkilerini aşarak hukuk devletine aykırı kararlar verdiği izlenimi birey temel hak ve hürriyetlere ilişkin çeşitli yazarlar nezdinde fazla ümitvar olunmamıştı.[96] Ancak Mahkeme, son zamanlarda bireysel başvuru dolayısıyla verdiği kararlarla birlikte hak eksenli kararlar verdiği izlenimi uyandırmaktadır. Mahkeme, Mustafa Ali Balbay’ın başvurusuna ilişkin verdiği kararda[97] hukuk devletini pekiştiren bir tutum içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan iddianamede başvurucunun, Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün üst yönetiminde yer alan özel vazifeyi haiz üyesi olmakla itham edilmiştir. Yine, iddianameye göre başvurucu içinde Devlete ait gizli bilgi ve belgelerin bulunduğu birçok gizli belgeyi elde edip bulundurmuştur. Başvurucu, gazetecilik kimliğiyle elde edilmesi mümkün olmayan çok sayıda ve farklı Devlet birimlerine ait, çoğunluğu Devletin güvenliğine ait önemdeki belgeleri örgütün üyeleri ve üst düzey yöneticilerinden elde etmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde devam eden yargılamada toplam 320 ayrı celse yapılmış ve başvurucunun yaklaşık 4 yıl 5 aya yaklaşan tutukluluk süresi bulunmaktadır. Mahkemeye göre, “Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasanın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Masumiyet karinesine rağmen tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına nazaran daha ağır bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı görülebilir. Bu nedenle bir davada tutukluluğun makul süreyi aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir”.[98] Yine Mahkemeye göre, verilen tutuklama kararında hedeflenen meşru amaçla yapılması istenen müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, adli kontrol tedbirleri de yeterince dikkate alınmalıdır. “Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.”[99] Özetle Mahkeme, Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasında yer alan seçilme hakkıyla bağlantılı olarak başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Yine Mahkeme, Firas Aslan ve Hebat Aslan kararında uzun tutukluluk süreleri dikkate alarak Anayasasını 19. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Her iki başvurunun da konusu esas olarak, bir ceza davasında tutuklu olarak yargılanan iki kişinin tutukluluk sürelerinin uzunluğu ve tutukluluklarının devamına ilişkin karar alma sürecinin sözleşme ve Anayasa ile ne derece uygun düştüğüdür. Başvurucular 3 Ocak 2009 tarihinde atılı suçun niteliği, mevcut delillerin durumu ve suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphelerin varlığı gerekçe gösterilerek tutuklanmış; daha sonra çeşitli tarihlerde yapılan incelemeler sonucunda tutukluluk hallerinin aynı gerekçelerle devam etmesine karar verilmiş; nihayet başvuranlardan Firas ASLAN 27 Kasım 2012 tarihli duruşmada, Hebat ASLAN ise 19 Şubat 2013 tarihinde tahliye edilmişlerdir.[100] Başvurucular, Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları bireysel başvuruda tutukluluk hallerinin devamına ilişkin kararların formül gerekçelere dayandığını, gerek kendilerinin itirazı üzerine gerekse 5271 sayılı Kanunun 108. maddesi12 gereğince resen gerçekleştirilen incelemelerin duruşmasız olarak dosya üzerinden yapıldığını, mahkemece Cumhuriyet Savcısından alınan mütalaanın kendilerine bildirilmemesi sonucunda çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edilmediğini, sonuç olarak Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.[101]
Anayasa Mahkemesi, Hebat ve Firas Aslan’ın başvurusunda Anayasa’nın 19. maddesinin 7. fıkrasının ihlal edildiği kararını gerekçelendirirken, Mahkemenin önemli kararları arasında yerini çoktan almış olan Mustafa Ali Balbay[102] kararındaki görüşlerini yinelemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin Balbay kararında yaptığı tutukluluğun devamı kararlarının tümü için geçerli olarak görülmesi gereken önemli bir tespit, “tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi”nin zorunlu görülmesi gerektiğiydi.[103] Mahkeme, söz konusu kararında aynı zamanda milletvekili seçilmiş olan başvurucunun tahliye taleplerini inceleyen mahkemelerin, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş ve başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamış olduğunu belirterek bu tespitini somutlaştırmıştı. Mahkeme aynı kararında, tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla başvurulabileceğini; ayrıca başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerektiğini belirtmişti. Mahkeme, bu gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” görülmesi halinde, tutukluluğun haklılığı için yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediğinin de incelenmesi gereğine vurgu yapmaktadır.[104]
Neticede Mahkeme, Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında öngörülen kural dikkate alındığında hürriyeti kısıtlanan kişinin durumu hakkında kısa sürede karar verilmesi esası dâhil olmak üzere tutukluluk kararına karşı yapılan her itirazda duruşma yapılması ceza yargılaması sistemini işlemez hale getirecektir. Bu nedenle, Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan yargılama usulüne ilişkin yükümlülükler, duruşma yapmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece, tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez.
Başka bir kararında Mahkeme[105], yine adil yargılanma ilkesinin ihlaline karar vermiştir. Başvurucular Can Dündar ve Erdem Gül Aydınlık gazetesinin 21/1/2014 tarihli nüshasında yayımlanan “İşte TIR’daki Cephane” başlıklı haberde “Adana’da durdurulan MİT’e ait 3 TIR’dan mühimmat çıktı. Aydınlık, arama fotoğraflarına ulaştı. TIR’larda ‘insani malzeme’ değil, top mermisi taşındığı belirlendi.” şeklindeki iddialara üzerine soruşturma başlatılmış; bu kapsamda bazı kolluk görevlileri ve yargı mensupları “silahlı terör örgütüne üye olma” ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçlarından tutuklanmıştır.[106]
Başvurucular; “haberin yayımlanıp haklarında soruşturma açılmasından yaklaşık altı ay sonra ifadelerinin alınarak tutuklandıklarını, tutuklama kararı için gerekli olan suç işlediklerine yönelik kuvvetli bir belirtinin olmadığını, kaçmalarının, delilleri yok etmelerinin veya değiştirmelerinin söz konusu olmadığını, yaptıkları haberlerden sonra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haklarında soruşturma açıldığının belirtilmesine rağmen soruşturma kapsamındaki kısıtlama kararı nedeniyle tutuklama kararına karşı etkili bir şekilde yargı merciine başvuruda bulunamadıklarını belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde tanımlanan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması talebinde bulunmuşlardır.” [107] Mahkeme, Mustafa Ali Balbay kararına paralel olarak, “bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak suç işlediği hususunda “kuvvetli belirti” bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır. Ancak kişinin bir suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması şart değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir” demektedir.[108] Yine Mahkemeye göre, “ciddi ve ağır bir tedbir olan tutuklama, ancak daha hafif başka bir tedbirin bireyin ve kamunun yararını korumak için yeterli olmayacağının ortaya konulması hâlinde makul kabul edilebilir. Bu bağlamda kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması için suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olması tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi için yeterli değildir. Tutuklama tedbiri somut olayın koşulları altında “gerekli” de olmalıdır. Bu, Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması ölçütleri arasında sayılan “ölçülülük” ilkesinin unsurlarından biri olan “gereklilik” unsurunun da bir gereğidir. Tutukluluğa ilişkin kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından öncelikle adli kontrol tedbirleri değerlendirilmeli ve adli kontrolün neden yetersiz kalacağı gerekçelendirilmelidir.”[109] Neticede Mahkeme, başvurucuların tutuklanması kararına esas alınan olayın durdurulan tırları konu alan haberlerin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanması olduğu, mevcut delil durumunun tutuklama için yeterli olmadığı, tutuklama kararının gerekçesinde söz konusu haberlerin “siyasal veya askeri casusluk maksadıyla” başvurucular tarafından yayımlandığına ilişkin somut olgulara ulaşılamadığı, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile bağlantılı olarak başvuruların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. [110]
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde, Mahkeme soyut ve somut norm denetiminde yetkilerini aşarak hukuk devletine aykırı bir biçimde verdiği kararların aksine, bireysel başvuru davalarında ortaya koyduğu içtihatları üzerinden kararlarını inşa etmektedir. Böylelikle Mahkeme, bireysel başvuru davalarında hukuk devletinin de bir gereği olarak adli yargılanma ilkesi ile ilgili davalarda da görüleceği üzere birey hak ve hürriyeti lehine kararlar vererek hukuk devleti ilkesini pekiştirmektedir.
Anayasa Mahkemeleri, kanunların ve diğer tasarrufların anayasaya uygunluğu denetleyen ve bu görevi yerine getirirken anayasayı kendince yorumlayan özel bir yargı organı olma vasfı taşımaktadır. Türk Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası ile kurulmuş ve 1982 Anayasası ile yetkisi genişlemiştir. Anayasa Mahkemesinin kararlarına hukuk devletine bakışı bakımından irdelendiğinde, Mahkemenin, soyut norm ve somut norm denetimi adı altındaki kararlarına bakıldığında bazı durumlarda kendi yetkisini aşarak kararlar verdiği, bazı durumlarda da yetkisini daraltarak eski içtihatlarına aykırı kararlar verdiği gözlenmektedir. Başka bir deyişle, Mahkeme bireysel başvuru davalarında hukuk devletini pekiştirme adına gösterdiği hassasiyeti soyut ve somut norm davalarında göstermemektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yukarıda soyut ve somut norm denetini ile ilgili verdiği kararlarına bakıldığında, konu aynı olmasına rağmen konjonktürün etkisinde kalarak farklı kararlar verdiği gözlenmektedir. Gerçekten de, Mahkeme geçmişte olağanüstü kanun hükmünde kararnamelerde yer ve zaman bakımından herhangi bir aşım olduğu takdirde bu kararnameleri denetleme yetkisini kendinde görmekteydi. Ancak, Eylül 2016’da 667 sayılı Ohal KHK’sı kalıcı hükümler içerdiği ve bazı kanunları değiştirdiği halde Mahkeme konjonktürün etkisinde kalarak bu KHK’yı denetleme yetkisini kendine görmeyerek başvuruyu ret etmiştir. Yine Mahkeme, geçmişte soyut norm davalarında kendi yetkisi dışına çıkarak çoğu düzenlemeyi iptal etmesinin aksine, açıkça tabii hâkim ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimlikleri ile ilgili düzenlemeyi iptal etmemiştir.
2010 Anayasa
değişikliği ile birlikte hakların ve özgürlüklerin alanını tahkim etmek için
Mahkemeye bireysel başvuru yolu getirilmiştir. Hukuk devleti politikası
bakımından Anayasa Mahkemesi geçmişteki sicili düzeltmeye çalışılmış, ancak
bugün verdiği kararlar itibari ile adeta ikili bir kararlar yelpazesi
sunmaktadır. Mahkeme yine yukarıda ele aldığımız üzere, bireysel başvuru yolu
ile birlikte, temel hak ve hürriyetler alanından hak temelli kararlar vermekle,
hukuk devleti ilkesini pekiştirme adına olumlu bir imajı sergilerken, soyut
norm ve somut norm denetimi gerektiren kararlarında hukuk devleti ilkesine
aykırı olarak konjoktürün etkisinde kararlar vermektedir. Bugün dahi, Mahkemenin
verdiği muhtelif kararlarında bu ikili durumu görmek mümkündür.[111]
[1] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, 2017, Ankara, s. 126
[2] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, Türkiye’de Siyasal Yaşam, Dün, Bugün, Yarın, der. Mehmet Kabasakal, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016, s. 67
[3] Zühtü Arslan, “Devletin Hukuku, Hukuk Devleti ve Özgürlük Sarkacı”, Doğu Batı, Sayı 13, (Kasım, Aralık, Ocak), 2000-01, s. 67
[4] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 126
[5] Serap Yazıcı, “Avrupa Birliği Süreci: Ulus Devletten Ulusüstü Devlete Geçişte Hukuk Devletinin Değişen İçeriği”, Demokratikleşme Sürecinde Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 291
[6] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 67
[7] Hukuk devleti ve Kanun devleti kavramları için b.k.z, Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, Türkiye’de Siyasal Yaşam, Dün, Bugün, Yarın, s. 68
[8] Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, 2003, Ankara, s. 14-15
[9] European Commissionfor Democracy Through Law (VeniceCommission),Report on theRule of Law, adopted by the Venice Commission at its 86th plenary session (Venice, 25-26 March 2011), Strasbourg, 4 April 2011,s. 5
[10] Michel Rosenfeld, “The Rule of Lawand the Legitimacy of Constitutional Democracy”, Southern California Law Review, Vol. 74, 2001, s. 1314-15
[11] Zühtü Arslan,Anayasa Teorisi, Seçkin Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2008, s. 46
[12] Zühtü Arslan, Anayasa Teorisi, s. 46-47
[13]B.k.z, Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, çev: Tunçer Karamustafaoğlu & Mehmet Turhan, Yetkin Basımevi, Ankara 1993, s. 301-315
[14] Bakır Çağlar, Anayasa Bilimi, BFS, İstanbul, 1989, s. 166; Ergun Özbudun da hukuk devleti kavramını polis devletinin karşıtı olarak ifade etmektedir.B.k.z, Ergun Özbudun, Türk Anaysa Hukuku,s. 126
[15]Giovanni Sartori, Democratic Theory, Translated and Edited by Friedrick A. Praeger, Newyork, Washington, London, 1965, s. 250-256
[16] Serap Yazıcı, “1982 Anayasası ve Parti Yasakları”, Demokratik Anayasa – Görüşler ve Öneriler-, der: Ece Göztepe ve Aykut Çelebi, Metis, İstanbul, 2012, s. 228-230
[17]Serap Yazıcı, “Avrupa Birliği Süreci: Ulus Devletten Ulusüstü Devlete Geçişte Hukuk Devletinin Değişen İçeriği”, s. 292-293
[18]Michel Rosenfeld, “The Rule of Lawand the Legitimacy of Constitutional Democracy”, s. 1318
[19] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 70-73
[20] Serap Yazıcı, “Avrupa Birliği Süreci: Ulus Devletten Ulusüstü Devlete Geçişte Hukuk Devletinin Değişen İçeriği”, s. 296-297
[21] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 39-40
[22] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 75
[23] Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, Cilt II, Ekin Basım Yayın, Bursa, 2011, s. 698-699
[24]European Commission for Democracy Through Law (VeniceCommission), Report on theRule of Law, adopted by the Venice Commission at its 86th plenary session (Venice, 25-26 March 2011), Strasbourg, 4 April 2011, s. 4
[25]Michel Rosenfeld, “The Rule of Law and the Legitimacy of Constitutional Democracy”, Southern California Law Review, Vol. 74, 2001, s. 1307
[26]Turhan Feyzioğlu, Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Kazai Murakabesi, AÜSBF Yayını, Ankara, 1951, s. 223-225
[27]Turhan Feyzioğlu,Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Kazai Murakabesi, s. 163
[28] Bu kararın detaylı incelenmesi için b.k.z, Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, s. 711-725
[29]Mehmet Turhan, “Anayasa Yargısının Demokratik Hukuk Devletindeki İşlevi ve Meşruluğu”, Anayasa Yargısı İncelemeleri 1, der. Mehmet Turhan, Hikmet Tülen, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Ankara, 2006, s. 42
[30] Ece Göztepe, “Anayasa Yargısı ve Demokrasi”, Toplum ve Bilim, Sayı: 123, 2012, s. 45-47; ayrıca detaylı olarak b.k.z, Ergun Özbudun, Anayasalcılık ve Demokrasi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015, 1. Bası, İstanbul, s. 38 vd.
[31]Turhan Feyzioğlu, Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Kazai Murakabesi, 170-171
[32] Ece Göztepe, “Anayasa Yargısı ve Demokrasi”, s. 45-47
[33] Ergun Özbudun, 1924 Anayasası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, İstanbul, s. 74
[34] Feyzioğlu, a.g.e, s. 335
[35] Serap Yazıcı, “Avrupa Birliği Süreci: Ulus Devletten Ulusüstü Devlete Geçişte Hukuk Devletinin Değişen İçeriği”, s. 300
[36] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 75
[37]Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 127-128
[38] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 127
[39]Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 77-79
[40]Serap Yazıcı, “Avrupa Birliği Süreci: Ulus Devletten Ulusüstü Devlete Geçişte Hukuk Devletinin Değişen İçeriği”, s. 301
[41] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 75
[42] Levent Gönenç, “Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı”, TEPAV Anayasa Çalışma Metinleri, 2011,s. 2-3
[43]Venedik Komisyonu, “Hukuk Yoluyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu Raporu”, “Yargı Sisteminin Bağımsızlığı, Bölüm I: Hâkimlerin Bağımsızlığı”, Venedik, 12-13 Mart 2010, s 13-14
[44] Venedik Komisyonu, “Hukuk Yoluyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu Raporu”, s. 18
[45] Levent Gönenç, “Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı”, TEPAV Anayasa Çalışma Metinleri, 2011,s. 2-3
[46] Venedik Komisyonu, “Hukuk Yoluyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu Raporu”, s. 17
[47] Serap Yazıcı, “Avrupa Birliği Süreci: Ulus Devletten Ulusüstü Devlete Geçişte Hukuk Devletinin Değişen İçeriği”, s. 305
[48]Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1968\15, K.S.: 1968\13, k. 3,4 ve 6 Mayıs 1968, AMKD, S 6, S. 169-175; Anayasa Mahkemesi, E. S.: 1970/1, K.S.: 1970/31, K.T.: 16.6.1970 AMKD, S. 8, s. 323-324
[49] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 87-88
[50]Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 87-88
[51] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 156-158
[52]Serap Yazıcı, “Avrupa Birliği Süreci: Ulus Devletten Ulusüstü Devlete Geçişte Hukuk Devletinin Değişen İçeriği”, s. 309-310
[53] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, s. 68
[54] Ece Göztepe, Anayasa Şikâyeti, YÖK Tez Dokümantasyon Merkezi, s.12-13
[55] Serap Yazıcı, Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye: Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 3. Baskı, 2016, İstanbul, s. 140-41
[56] Ece Göztepe, Anayasa Şikâyeti, YÖK Tez Dokümantasyon Merkezi, s.12-13
[57] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 132-133
[58] Serap Yazıcı, Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye: Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine, s. 157
[59] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 135
[60] Ece Göztepe, “Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Hakkının (Anayasa Şikâyeti) 6216 Sayılı Kanun Kapsamında Değerlendirilmesi“, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 95, 2011, s. 14
[61] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 402-403
[62] Ergun Özbudun, a.g.e, s. 168-169
[63] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1964/38, K.S.: 1965/59, K.T.: 16.11.1965
[64] Erdal Onar, 1982 Anayasası’nda Anayasayı Değiştirme Sorunu, yayınevi yok, Ankara, 1993, s. 136
[65] Anayasa Mahkemesi, E.S.:1970/1, K.S.: 1970/31, K.T.: 16.6.1970
[66]Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1968\15, K.S.: 1968\13, k. 3,4 ve 6 Mayıs 1968, AMKD, S 6, S. 169-175; Anayasa Mahkemesi, E. S.: 1970/1, K.S.: 1970/31, K.T.: 16.6.1970 AMKD, S. 8, s. 323-324
[67] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 393
[68] Anayasa Mahkemesi, E.S.:1963/173, K.S.: 26.9.1965, K.T.: 1965/40 26/9/1965
[69] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1970/1, K.S.: 1970/31, K.T.: 16/6/1970.
[70] Erdal Onar, a. g. e., s. 140.
[71] Erdal Onar, a. g. e., s. 141
[72] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 181-182. Aynı yönde görüşler için bkz; Erdal Onar, a. g. e., s. 141-142.
[73] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2014/57, K.S.: 2014/81, K.T.: 14.05.2014
[74] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2014/57, K.S.: 2014/81, K.T.: 14.05.2014
[75] Bkz. Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1990/25, K.S.: 1991/1, K.T.:10.01.1991; Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1991/6, K.S.: 1991/20, K.T.:03.07. 1991
[76] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1990/25, K.S.: 1991/1, K.T.: 10.01.1991 kararı ile, 425 sayılı “2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu ile 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin 2935 sayılı Kanunun kimi hükümlerini değiştiren 1, 2 ve 3 üncü maddelerini, “bu tür KHK’lerle yasalarda değişiklik yapılamaz” gerekçesiyle iptal etmiştir. Yine Mahkeme, E.S.: 1991/6, K.S.: 1991/20, K.T.: 03.07.1991 kararı ile ise, “430 sayılı Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Olağanüstü Halin Devamı Süresince Alınacak İlave Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin olağanüstü hal valisine olağanüstü hal ilan edilen bölgeler dışındaki bölgelerde de kullanabileceği yetkiler veren 1, 5 ve 6. madde hükümlerini iptal etmiştir
[77] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2016/166, K.S.: 2016/159, K.T.: 12.10.2016
[78] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2016/166, K.S.: 2016/159, K.T.: 12.10.2016
[79] Venedik Komisyonu, “Hukuk Yoluyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu Raporu”, “ 15 Temmuz 2016 Başarısız Darbe Girişimi Sonrasında Çıkarılan 676 ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri Hakkında Görüş, Venedik, 9-10 Aralık 2016
[80] Ergun Özbudun, a.g.e, s. 404
[81] Ergun Özbudun, a.g.e, 406
[82] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1963/16, K.S.: 1963/83, K.T.:08.04.1963, AMKD,S. 1 s. 196-97
[83] Ergun Özbudun, a.g.e, s. 406
[84] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1969/46, K.S.: 1970/2, K.T.:06.01.1970, AMKD, S. 14 s. 16
[85] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2013/81, K.S.: 2013/94, K.T.: 05.09.2013
[86]Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2013/75, K.S.: 2013/83, K.T.: 4.7.2013; Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2013/59, K.S.: 2013/68, K.T.: 28.05.2013
[87] Ergun Özbudun, a.g.e, s 406-7
[88] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1981/10, K.S.: 1983/16, K.T.: 08.12.1983, AMKD, Sayı 3, s.136141; Anayasa Mahkemesi, E.S.: 1963/16, K.S.: 1963/83, K.T.: 08.04.1963, AMKD, Sayı 1, s.196-197.
[89] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2014/164, K.S.: 2015/12, K.T.: 14.1.2015
[90] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2014/164, K.S.: 2015/12, K.T.: 14.1.2015
[91] Bireysel Başvurular Hidayet Karaca Başvuru No. 2015/144, 14/7/2015; Mehmet Fatih Yiğit vd. Başvuru No. 2014/16838, 9/9/2015; Mustafa Başer ve Metin Özçelik, Başvuru No. 2015/7908, 20/1/2016; Mehmet Baransu, Başvuru No. 2015/7231, 17/5/2016
[92] Kemal Gözler, Sulh Ceza Hâkimlikleri ve Tabi Hâkim İlkesi: “Sahur Operasyonu” Hakkında Bir Açıklama, Türk Anayasa Hukuku Sitesi, http://www.anayasa.gen.tr/tabii-hakim.htm
[93] Venedik Komisyonu, “Hukuk Yoluyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu Raporu”, Türkiye Sulh Ceza Hâkimlerin Görev, Yetki ve İşleyişleri Hakkında Görüş, Venedik, 10-11 Mart 2017, para. 104
[94] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2013/44, K.S.: 2013/59, K.T.: 2.5.2013
[95] Genel Kurul, , Başvuru No:.2014/12151, K.T.: 4/6/2015 (Bekir Coşkun Başvurusu)
[96] Ergun Özbudun, Türkiye’de Demokratikleşme süreci: Anaysa Yapımı ve Anayasa Yargısı, s. 187-188
[97] Birinci Bölüm, Başvuru No. 2012/1272, K.T.: 4.12.2013 (Mustafa Ali Balbay)
[98] Mustafa Ali Balbay Başvurusu, para. 103
[99] Mustafa Ali Balbay Başvurusu, para. 118
[100] Birinci Bölüm, Başvuru Numarası: 2012/1158, Karar Tarihi: 21.11.2013 (Hebat Aslan & Firas Aslan).
[101] Hebat Aslan & Firas Aslan Başvurusu, para. 7-16,
[102] Birinci Bölüm, Başvuru Numarası: 2012/1272, Karar Tarihi: 4.12.2013 (Mustafa Ali Balbay Başvurusu)
[103] Mustafa Ali Balbay Başvurusu, para. 116
[104] Mustafa Ali Balbay Başvurusu, para. 104
[105] Genel Kurul, Başvuru Numarası: 2015/18567, Karar Tarihi: 25/2/2016 (Erdem Gül ve Can Dündar Başvurusu)
[106] Erdem Gül ve Can Dündar Başvurusu, para. 13
[107] Erdem Gül ve Can Dündar Başvurusu, para. 41
[108] Erdem Gül ve Can Dündar Başvurusu, para. 66
[109] Erdem Gül ve Can Dündar Başvurusu, para. 66
[110] Erdem Gül ve Can Dündar Başvurusu, para. 67-68
[111] Anayasa Mahkemesi, E.S.: 2014/164, K.S.: 2015/12, K.T.: 22.5.2015